27 Ocak 2016 Çarşamba

Merih Yücel - Bir Eğitimci Gözüyle

Eğitim: Doğumdan ölüme kadar, bütün, sosyal, politik, kültürel olguları içinde taşıyan, bireysel bir süreçtir.

Öğretim: Bireyin, ömrü boyunca sürecek eğitimi yanında belli bir amaca yönelmiş bilgilerin, seçilmiş bir okul tarafından düzenli verilerek,  gelişmesini  sağlayan bir diğer süreçtir.



Her ikisi de, iç içe geçmiştir ve ömür boyu devam ederler.

Okuldan yeni mezun olmuş, heyacanlı, bilgi dolu çok genç bir öğretmenken, bildiklerimin hepsini öğrencilerime aktarmak istiyordum. Her şey, deneyimle, zamanla yerine oturdu.

Deneyimler artarken, bilgileri de arttırmak,  yeni bilgilerle donanmak bir öğretmenin eğitimi  ve öğretiminin devamıdır. Sınıfta bağırarak, not tehditleriyle otorite kolay kurulur. Öğrenciler sizi sessizce dinler ama  anlattıklarınızı anlayabilirler mi? Hayır. Bir kelimesini bile anlayamazlar. Sınıfta korku imparatorluğu kurarsınız sadece.

Sevgi ve bilgi ve onları öğrenciye aktarma, başarının sırrıdır. Sizi ilgiyle, sessizce dinlerler. Ve, sınıfın en tembel öğrencisi bile, gelip, merak eder, sorular sorar.

Lise iki fen sınıflarımın birinde, 10 üzerinden 4’ten fazla not alamayan bir öğrencim vardı. Okuyan, araştıran, sorgulayan akıllı bir çocuktu ama biyoloji dersini sevmiyordu. Yanlış bölüm seçmişti. Ne yapacağımı şaşırmıştım. Sorular soruyordum ama hiç bir soruma doğru cevap alamıyordum. Bir gün: “Enver, bu sefer sen bana sorular sor. Sorularının doğruluğuna göre sana sözlü notu vereceğim” dedim; ve olay çözüldü. Enver, doğru soruyu sormak için, ders çalışmaya başladı. Sorularıyla zaman zaman beni zorladı; ne güzel...  Ama o başardı. Öğretmenler gününde bu anımı paylaşmak istedim.

Aynı yaş çocukları hep aynı davranışları sergiler. Şimdi son yıllarda, neden böyle olduklarını anlayamıyorum. Üniversiteye giremiyenlerin sayısı her yıl çoğalıyor. 4+4+4 sisteminde, ilk iki 4’te sınıfta kalma yok. Veliye soruluyor: “Sınıf tekrar etsin mi, sınıfı geçsin mi” diye ve tabii ki velilerin çoğunluğu: “Geçsin” diyor. 8 yıl hiç bir bilgi öğrenememiş öğrenciler, Sistemin son 4’üne yani liseye geliyor. Bazı öğrencilerde matematik, Türkçe, sosyal ve fen dersleri, dil dersleri hiç öğrenilmemiş. Bir kısım öğrenciler çok iyi. Çok iyiler, zaten son 4 yılı sınavla kazandıkları iyi okullarda öğretim görüyorlar. Sınavları da kazanamayan öğrenciler düz liseye kayıt yaptırıyorlar. Liselerdeki öğretmen arkadaşlarım kabus yaşıyorlar. Boş öğrenciler orada da bir şekilde geçiyorlar. Dil ve anlatım dersi baraj, onun haricinde bir ya da iki zayıf dersi olanlar, ders ortalaması 2,5 tutarsa zayıf olduğu iki dersten, bir üst sınıfa  sorumlu olarak geçiyorlar. Üst sınıfta yine zayıfınız var, o zaman sene sonunda yükseltme sınavına girerek notlarını yükseltip, bütün zayıf ve sorumlu oldukları derslerden sınıf geçme şansları var. Ne güzel değil mi? Kalabilirsen kal bakalım sınıfta. Öğrencilerimize kök söktürmüştük. İyi miydi, kötü müydü artık onu öğrencilerimiz değerlendirsin.

Ama beni çok üzen durum, Türkiye’deki eğitim seviyesinin çok düşük bir yolda olması. Üç yılda bir yapılan, Uluslararası Eğitim Ölçme – Değerlendirme Sistemi olarak adlandırılan PISA ( The Programme for International Student Assessment) 2012 sonuçlarına göre Türkiyeli öğrenciler OECD ülkelerinin çok gerisindeler. Dünya ekonomisinin %85’ini yöneten 65 ülkeden 15 yaşındaki öğrencilerin katıldığı bu ölçme sistemi, çok şaşırtıcı bir tabloyu gözler önüne serdi. Türkiyeli öğrencilerin, matematik, fen, okuma-anlama düzeyleri genel olarak  45. sırada yer aldı. İlk üç sırayı: Şanghay (Çin), Singapur ve Hong  Kong (Çin) aldı.

Bu ölçme ve değerlendirme sistemi, bize eğitim sistemimizin yeniden, doğru ve bilimsel şekilde yapılandırılması gerektiğini  gösteriyor. Çocuklarımıza, gençlerimize doğru bir şekilde eğitim ve öğretim verirsek mutlaka geleceğimizi kurtarırız diye düşünüyorum. “Eski sistem daha iyi" ya da "Daha kötü” demiyorum. “Bu sistemde başarılı olan ülkelerin gençleri nasıl yetiştirilmişlerse, örnek alalım” diyorum.
     
“Eğitimdir ki, bir ulusu ya özgür, bağımsız, onurlu, yüksek bir topluluk biçiminde yaşatır, ya da bir ulusu tutsaklık ve yoksulluğa  götürür. Çünkü, hızla yüksek bir düzeye çıkacak bir ulusun yaşam savaşında maddi ve manevi bütün güçlerin artacağı kesindir.”  Mustafa Kemal Atatürk

Merih Yücel
27 Kasım 2014

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder